Kalabalıklar içinde yapayalnız olduğunu, hiç anlaşılmadığını düşünürsün çoğu zaman. “Yine beni anlamıyorsun… Söylediklerimi, duyduklarımı ve yüreğimdekileri hissetmiyorsun.” Cümleleriyle karanlıkta voltalar atarsın. Seni birazcık da olsa anladığın kişiye sıkı sıkıya yapışırsın. Kaybetme korkusu sarar içini. Mırıldandığın sesin olur, sesinden öpersin. Çok özel bir yere koyarsın onu. Sonra zamanla bakarsın ki o da seni anlamıyor aslında. Kendinden nefret etmeye başlarsın. Hiç değmeyecek insanlara, elin değdiği için nefret edersin kendinden. Sonra bir bakarsın ki aslında sen de kendini anlamıyorsun.
Marifet anlaşılmak için yaşamakta değil, marifet; Mâsivadan kopup Mâverâ’yı anlamak. İşte o zaman kelimeler azalır, sessizlik artar. Sustukça konuşursun. Mâverâ: Yani ötelerin ötesi, ötesizliklerin de ötesini anlamaya başladığında gecenin karanlığına sığınmaktan vazgeçersin. Hep bir ışık var olur. İçinde yaşamaya başlarsın. Bütün varlıkları yok edersin, Bir’e gidersin. Bir’den güç alırsın. Odanı aydınlatan zayıf mum ışığı, güneşin ışıklarına kafa tutar. Elmas sandığın cam kırıklarıyla oyalanmaktan vaz geçersin. Böylece o cam kırıkları ne içinde her zerrene dağılıp içini acıtır ne de ellerini kesip kanatır.
Çünkü zamandan kopmuş, sebeplerden arınmış bir öteye sahipsin artık. Eşyanın köleliğinden ve fiziki alakalardan kurtulmuşsundur, mâsivadan arınmışsındır. Kısacası nasılsızlaştırılmışsındır.
M.A.S.